SOSYOLOJİ GÜNLÜKLERİ- 3: Herbert Mead

 

                              HERBERT MEAD KAFASI                           

    Tutku Dağ[1]

    

     Kendini tanıma, içsel bir ilerleme olmakla beraber kişinin duygularını nizama sokma yeteneğidir. Bahsedilen bu yetenek, kişinin durumlar üzerinde fikirler ile meşgul olması, hislerini nizama sokması, duygularını rahat bir biçimde deneyimleyebilme gibi içsel sürekliliğini içermektedir. Kişiler arası iletişimin etkin olmasında ilk aşama, kişinin içsel sürecini pozitif yürütme eyleminin elzemliğidir. Sağlıklı bir iletişim şeklinin inşa edilmesinde, içsel süreç, kendini tanıma ve psikolojik seviyenin önde gelen koşulları oluşturduğu söylenir.

Kişi, kendini tanımasıyla beraber; çevresini fark etmesine, problemlerini çözüme kavuşturmasına, kendini bilmesine, koşullara uygun karar verip çözümler üretebilmesine katkı sağlar. Tüm bunların yanı sıra bireyin kendini tanıma eylemi, gerçeğe uygun seçimler yapmasına yardımcı olur; sağlıklı olan iletişim şeklini geliştirir, hayat içerisinde bir parça olan mesleki tercihlerini doğru bir biçimde karar vermesine olanak sağlar, sağlıklı bir benlik duyusunu ilerletir ve tüm bu durumlar sayesinde kişi varlığına sahip tüm potansiyellerini en ileri seviyede gerçekleştirebilir diyebiliriz. Uygulanan bu kazanımlar sonucunda temel hedef kişinin “kendini tanıyıp, gerçekleştirmesine” katkı sağlamaktadır. Kendini tanıma, kişinin bireysel ilgi sahalarını, hislerini, duygu ve düşüncelerini, ihtiyaçlarını hedef olarak içselleştirmesi, seçim yapabilmesi ve yaptığı seçimleri kendi yargı eleğinden geçirebilmesi, kendisinin ve kendi gücünü idrak etmesi manasına gelmesinin yanı sıra kişinin kendi sınırlarını tanıyıp kendi öz anlayışını inşa etmesidir. Kişi eğilim, yetenek ve değerlerini idrak etmesiyle aslında kendini de tanımaya başlamaktadır. Paralel olarak kişinin kendini tanıması, tüm bunların yanında ötekini anlama pratiğine de katkı sağlamaktadır. Bu noktada “kişinin etrafındaki kişiler ile kuracağı iletişim, ilk basamakta kendi içinde başlamaktadır” ifadesi kullanılabilmektedir. Burada, iki taraflı iletişim inşa etmede, kişi kendi düşünce ve duygu aşamalarının elzem oluşunun altını çizerek kişinin ilk olarak kendini tanımasıyla başka insanlar ile pozitif iletişim inşa etmesinin olağan olduğunu belirtmektedir.  Bu anlamda kişinin öz düşünce ve duygularını bilmesi, kişinin etrafıyla iletişiminde olumlu bir seyir izlemesine sebebiyet vermektedir. Ek olarak, kendini tanıma eylemi farklı bir çalışma sahası olan maneviyat ve din temasını içeren çalışmaların da çekirdeğini kurmaktadır. Kısacası, bireyin kendini tanıması ve kendi yeteneklerinin, algısının farkında oluşu, kişi ile yaratıcısı arasındaki iletişim duvarını kaldırarak onu yaratıcısına ulaştıracağına inanılmaktadır. Birey kendini tanıma aşamasında aslında kendisiyle, diğer bir deyişle, kendi iç dünyasıyla iletişim halindedir. Kendine bilen birey, kendi iç dünyası ile birlikte dış dünyasındaki yaşamı da bilen kimseler olabilmektedirler. Bahsedilen bu bireyler, çevresinin kendisi ile ne denli etkileşimde bulunduğunu bildiğinin yanı sıra, aslında kendisi tarafından çevresindeki insanlara da etkisinin sirayet ettiğinin farkındadır.

 

        Kendine kılavuzluk etme yetisi, kendini tanıma ve gerçekleştirmenin elzem adımlarından biri şeklinde tanımlanmaktadır. Ek olarak  kişinin kendi duygu ve davranış biçimlerini tanıyıp bilmesi, öteki insanları da tanımasını ve anlamasına kolaylık sağlamaktadır. Sonuç olarak yapılan tartışma ve araştırmalar kişiler arası iletişimin temelinde kendini tanımanın çok elzem ve önemli bir evre olduğunu açıkça göstermektedir. Sosyoloji bilimi içerisinde önem arz eden iki sosyolog Charles Cooley ve George Herbert Mead insanın kendini inşasında ve şekillendirme sürecinde diğer insanların da rol alma alanlarının oldukça geniş olacağını öne sürmektedirler. Fakat bahsedilen insanın kendini şekillendirme aşamalarının nasıl gerçekleşeceği konusunda düşünceleri ikiye ayrılmaktadır. Charles Cooley bir insanın yaşantısı boyunca karşılaştığı tüm şahısların, o insanın kendini şekillendirme sürecinde öz kimliğini bir şekilde etkileyebileceğini düşünmektedir. Bunun aksine Herbert Mead ise insanın kendini şekillendirme sürecinin daha sınırları belirli bir alanda gerçekleştiğini söylemektedir. Sadece belirli insanların yaşamın spesifik periyotları içerisinde insanın kişilik algısına etki edebileceğini düşünmektedir. Bunun yanı sıra başka öznelerin insanları etkileme şekillerinin ve etkilerinin de yaşam süresi içerisinde değiştiğini de ileri sürmektedir. Bir örnek vermek gerekirse Mead, bebek ve çocukların diğer insanlar tarafından herhangi bir biçimde etkilenmediklerine; küçük çocukların ve bebeklerin kendilerini, kendi dünyalarının çekirdeğinde gördüklerine, başka insanların bakış açılarından bakma yeteneğinden yoksun olduklarına ve bu sebepten dolayı diğer insanların onlar hakkında ne düşündüklerini de dikkate almadıklarına inanmaktadır. Ek olarak Herbert Mead, insanın büyüdükçe diğer insanların onu nasıl algıladığına dair his ve düşüncelerinin öneminin de arttığına inanmaktadır. Mead’e göre bu durum hazırlık evresi, oyun evresi (oynama evresi) ve kurallı oyun evresi olmak üzere üç aşamada gerçekleşmektedir. İlk evre olan hazırlık evresi içerisinde çocuklar taklit yolu ile iletişim kurmaya başlamaktadır. Örneğin, yaşantıları içerisinde aileleri temizlik yaparken onlar da oyuncak elektrik süpürgelerini, oyuncak ütü masası üzerine bir eşya koyup yaptıkları ütülerini ve yine oyuncak mutfak gereçleri ile pişirmek istedikleri yemek için kurdukları mutfak standlarını kullanabilirler. Fakat tüm bunlar gerçek bir etkileşim değildir çünkü çocuklar büyürken önceki gibi daha basit bir şekilde taklit etme pratiğinin aksine kelimeler, el kol hareketleri gibi iletişim şekillerini kullanarak etkileşim kurmaya başlamaktadır. İkinci evre, yani oyun evresi, içerisinde çocuklar sosyal ilişkilerinin elzemliğinin daha da farkına varmaktadır.

Mead, çocukların bu “yap-inan oyunu” adı verilen ve diğer insanlarmış gibi davranma pratiğini içeren oyun oynama eğilimleri ile yansıttıklarına inanmaktadır. Çocuklar babaları, anneleri, polisler, itfaiyeciler vb. gibi personalara bürünerek oyun oynamaktadır. Oyun evresinin hazırlık evresinden farkı ise çocukların daha önce başkalarının bakış açısını benimseme yeteneğine sahip değil iken, şu an ise onları merkeze almaktadırlar. Rol üstlenmeye veya başkalarının hayat perspektiflerini benimseyip algıladıkları bakış açısına göre odaklanmaktadırlar. Bu evre hazırlık evresinden daha farklıdır çünkü çocuklar karşılık verebilmektedir. Çocuklar basit etkileşimleri taklit etmenin yanı sıra onları inşa edebilmektedir. Tüm bunların yanı sıra son evre olan kurallı oyun evresinde ise çocukların etkileşim ağını kavrayışları çok daha gelişmiş duruma evrilmektedir.  Oyun oynama evresi esnasında çocuklar, en yakınındaki bireylerin inançlarını, davranışlarını dikkate alabilmektedir. Kurallı oyun evresinde ise çocuklar Herbert Mead’in “genelleştirilmiş başkası” şeklinde adlandırdığı kavramın yani tamamen toplumun inançlarını, davranışlarını ve düşüncelerini anlamaya başlamaktadır.

Bu durum ise beraberinde yeni bir toplum kavrayışı ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, çocuklar artık insanların bireysel anlamda inanç duydukları şeylerden ziyade ve bunun yanı sıra toplumun kendilerinden umduğu beklentilere göre de hareket ettiklerini, insanların çoklu rollere sahip olabileceğini algılamaya başlıyor, diyebiliriz.

    Örneğin,bir öğretmen aynı anda hem anne hem eş hem teyze hem de anneanne/babaanne olabilmektedir. Yani çocuklar genelleştirilmiş başkasını tanımaya ve çoklu rolleri öğrenirken, diğer insanların da kendileri hakkında fikirleri olabileceğini ve bu algıların davranışlarıyla ve söylem şekilleriyle ile şekillendiğini kavramaya başlamaktadır. Kendileri de bu algıdan etkilenmeye başlamaktadır. Başka bir deyişle, her ne kadar karşılarına çıkan herkesin tepkilerine aynı hassasiyeti göstermese de başka insanların kendilerine verdikleri tepkiler ile ilgilenmeye başlamaktadır. Bu durum da hayatlarındaki önem sırası yüksek olan, kişi ile önemli bir ilişkisi olan öğretmeni, ailesi, emsal arkadaşları gibi insanların algılarına odaklandıklarını göstermektedir. Bu noktada Herbert Mead bu anlayışın “Ferdi Ben” ve “Sosyal Ben” kavramlarının gelişimine sebebiyet verdiğine inanmaktadır. Sosyal ben,  insanların sosyal kimliğini ifade etmektedir. Ferdi ben ise kişinin sosyal benine yanıtıdır. Sosyal ben kavramı , enel bir kümeye tabi tutulan başkalarının insanı nasıl gördüğüne olan inancı, diğer insanlarla etkileşim yoluyla öğrendiği şeylerdir. Ferdi ben ise tüm bunların ne anlam ifade ettiğini düşünür. Bir örnek vermek gerekirse sosyal ben, Türkiye’deki insanların ortaöğretim sonunda liseye geçtiklerini anlayabilir fakat ferdi ben ise bu durumun en mantıklı seçenek olup olmadığını merak eder. Belki de farklı bir opsiyon ve alternatif eğitim uygulanması açısından öğrencilerin yaz tatillerinde ilgilerini keşfetmeleri için mesleki, teknik ve beraberinde akademik bir eğitime tabi tutulmaları gerektiğini düşünebilir. Kısacası sosyal beni toplumun bakış açısı, ferdi beni ise araya giren kişisel kimlik veya toplumun düşüncesine şahsi yanıt olarak da düşünülebilir. Bakıldığı zaman birbiriyle çelişen iki farklı taraf olarak görülebilmektedir. Her ikisi de benliğin farklı işlevleridir. Herbert Mead’e göre kim olduğumuzu, asıl benliğimizi belirleyen şey sosyal ben ve kişisel benin dengesidir. Geçmişe dönüp baktığımızda, geleneksel filozoflar ve sosyologlar toplumları tek bir bireyden birleşerek gelen, kendi kendini yönetebilen (otonom) olarak görmüş olsalar bile, Mead bunun tam tersini iddia etmekteydi. Ona göre, ferdi benlik sosyal etkileşimlerden ortaya çıkmış ve toplum dahilinde oluşmuştu. Ferdi ben başkalarından ve kendi oluşumsal kişiliklerimizden hareketlerimize yansıyarak farklı olmamızı sağlar diyebiliriz. Ferdi ben  tıpkı sosyal ben gibi değişimini sürdürür, fakat ferdi benin fonksiyonu sosyal bene yansımaktır. Resme daha uzaktan bakacak olursak sosyal ben alışılagelmiş veya sürekli bir biçimde hareket ederken, ferdi ben, sosyal benin sürekli bir biçimde hareket etme durumuna yansır ve özbilinçsel seçimler yapmaktadır. Ferdi ben başkalarından ve kendi oluşumsal kişiliklerimizden hareketlerimize yansıyarak farklı olmamızı sağlar diyebiliriz.



[1]  Sosyoloji, 2020. tutku.dag@bilgiedu.net

 


Yorumlar