AYDINLANMANIN DİYALEKTİĞİ ve THEODOR ADORNO
Kerem Anıl KÜÇÜKÇAYLI
“Aydınlanmanın diyalektiği”ni ve Adorno’yu anlayabilmek için Aydınlanmanın ne olduğunu, tarihsel çizgide nerede durduğunu ve günümüzde nasıl olduğunu okumak gerekir. Aydınlanma; insanın dâhil olduğu konumu bir yol olarak tahayyül edersek, insanlığın ve insana dair olanın önünü görebilmesi için o yola tutulan bir ışık, kaynak gibidir.
Aydınlanma kavramını açıklamak için tarihsel arka planına bakmak için “Ortaçağ”ın dogmatik dinsel baskılarının ağırlıklı olduğu, sorgulamaya ve araştırmaya namüsait bir dönemden söz etmemiz gereklidir. 17. y.y.’da bu baskılara rağmen bazı filozoflar ve doğa bilimleriyle ilgilenen düşünürler(Newton, Locke, Bacon, Hobbes, Descartes gibi) kilise ve doktrinlerinin hoşuna gitmeyecek ve kilise söylemleri dışında tamamen aklı ve deneyi ön plana alarak düşüncelerini ifade etmişlerdir. “Ortaçağların akıl öznesinin tarihsel buyurganlığı altında irrasyonel olarak yaftalanması, bu süreklilik argümanının kendi içinde bile Aydınlanma döneminin bir kopuşu temsil ettiği düşüncesinin ipuçları bulunabileceğinin kanıtı teşkil etmektedir. Tarihin bir diğer olarak kurgulanıp, Aydınlanmaya özgü bir söylemle metne sokulması, zaten Aydınlanmanın esaslı bir karakteristiği olarak anlaşılmak durumundadır.” (Çiğdem, 1993, s. 14)
Genel anlamda aydınlanmanın ortaya çıktığı koşullar en sığ anlatımıyla böyledir. “Aydınlanma, genelde, materyalist bir insanlık görüşüyle, akılcı ve bilimsel bilginin mümkün olmasıyla, eğitimle ilerleme konusunda iyimser olmakla ve etiğe ve topluma faydacı yaklaşımla eş tutulmaktadır.” (Marshall, 2009, s. 49) Bu tanımlamada da vurgu yine akıl ve bilim odaklıdır. Bunun sebeplerinden birisi ise doğayı herhangi bir metafiziksel açıdan düşünmeksizin deney ve gözlem yöntemiyle anlamlandırmaya ve açıklamaya çalışan kişilerin dinsel öğretilerden farklı sonuçlarla karşılaşmalarıdır. “Aydınlanmanın entelektüel yapısındaki aklın düzeni, bütün insanlar için a priori olarak iyi addedilen bütün ögeleri kapsamaktadır. Dolayısıyla her türlü felsefî ve toplumsal proje akla ya da akılda somutlaşan ilkelere yaslanmak zorundadır. Bu nedenle Aydınlanma aynı zamanda Akıl Çağı olarak da adlandırılmaktadır.” (Çiğdem, 1993, s. 11)
Yukarıda belirtilen bakış “aydınlanma” kavramının ilk karşımıza çıkan metin ve kişilerden kaynaklı tanımlamaları ve tarihsellik içerisindeki yer alışıdır. Ama bunun dışında bu “aydınlanma”nın eleştirisini yapan Adorno ve Horkheimer olduğu gibi farklı coğrafyalarda aydınlanmanın etkilerinin farklı bir biçimde de tezahür ettiği gerçeğini de göz önüne almak gerekir. Ahmet Çiğdem’in de “Aydınlanma Felsefesi” adlı eserinde belirttiği üzere aydınlanmayı; Fransız Aydınlanması, İngiliz Aydınlanması, Alman Aydınlanması olarak ayırmıştır. Swingewood ise İskoç Aydınlanmasından bahsetmiştir.
Aydınlanmanın bu ayrımlarını yapmanın esprisi Aydınlanma felsefesinin genel olarak Fransız Aydınlanmasına çok yakınsar olmasından ileri gelir. “Fransız Aydınlanması, daha uygun bir deyişle Aydınlanmanın Fransa’da aldığı biçim ve kazandığı muhteva, Aydınlanma felsefesi olarak adlandırılan oluşumun “ruhunu” oluşturmakta ve bu ruhu temsil etmektedir.” (Çiğdem, 1993, s. 35)
Fransız Aydınlanması; İngiliz, Alman ve İskoç Aydınlanmasıyla bazı yönlerden farklılaşmaktadır. “Fransız Aydınlanmasının başka bir yorumuna göre, ki bu yorum kimi zamanlar daha genel bir düzeye taşınarak bir tür Aydınlanma yorumu olarak sunulmaktadır, Aydınlanma, aklın gücüne duyulan katışıksız inancın felsefî ve toplumsal meşrulaştırımından başka bir şey değildir. Bu yoruma göre, aklın düzeniyle varolan toplumsal kurumların rasyonel bir eleştiri mümkündür.” (Çiğdem, 1993, s. 36)
Çiğdem, İskoç Aydınlanmasını esasında İngiliz Aydınlanması olarak ele almaktadır. Sanayi devrimiyle birlikte düşünülmesi gereken bir düşüncedir İngiliz Aydınlanması. “Endüstriyel Devrim, Aydınlanmanın toplumsal toplumsal temellerinin açığa çıkarılmasında önemli yer tutar. Çünkü örneğin “eşitlik” gibi bir temanın nesneleri, artık toplumsal hiyerarşide yerleri uzlaşımsal kurallar ve kurumsallaşmış durağan bir işbölümünün belirlediği toprak sahipleri ve köylüler değil, tüccarlar, işçiler, öğrenciler, burjuvalar, erkini yitiren ruhban sınıfı ve aristokrasiyle, merkezi devlet bürokrasisidir. Bu değişikliğin vücuda getirdiği toplumsal akışkanlık, endüstrinin ve endüstriye dayalı toplumsal akışkanlık, endüstrinin ve endüstriye dayalı toplumsal örgütlenmenin ürünüdür” (Çiğdem, 1993, s. 61) Buradan da açık bir biçimde anlaşıldığı üzere varolan ve değişmekte olan toplumsal yapılar ve kurumlar, tahakkümün farklı gruplara dönüşümü çağının düşünürlerinin yazınlarını ve fikir çerçevelerini değiştirmektedir. Fransız Aydınlanmasıyla karşılaştırılmasının temel sebeplerinden birisi de onunla yarışır fikirlere sahip bir literatürün hem entelektüel hem de iktisadi açıdan nitelik sahibi olmasıydı. “Edinburg’un Kuzey’in Atinası adıyla ünlenmesini, on sekizinci yüzyılın son yarısında başlıca ilim merkezi olarak yalnızca Paris’le kıyaslanabilecek bir yere sahip olmasını sağlayan şey, tarihçi William Robertson’un(1721-1793) başarısının yanında, David Hume (1711-1776), Adam Smith (1723-1790), Adam Ferguson (1723-1816) ve John Millar’ın (1735-1801) başarılarıydı. Bu entellektüeller grubuna göre, özgün bir inceleme nesnesi olan toplum, birey ile hükümet arasındaki sözleşmeye dayalı bir ilişkiye sığdırılamazdı; dolayısıyla toplumu, amprik olarak, doğal yani ‘kuramsal tarihi’ olan özgün bir yapı şeklinde tanımlıyorlardı.” (Swingewood, 2010, s. 18)
Alman Aydınlanması’nın genel anlamdaki Fransız Aydınlanmasından yine İskoç Aydınlanması’nda olduğu gibi belli birtakım farklılıkları bulunmaktadır. “Fransız Aydınlanması, belli bir toprağa, Fransa’ya ait olmasına ilişkin olarak dolaysız veriler sunmaktaydı. Aynı şeyi Alman Aydınlanması(Aufklärung) için söyleme imkânına da sahibiz; ancak belli farklılıklarla birlikte, bir bütün olarak Aufklärungun Aydınlanmaya bir katkı mı olduğu yoksa ondan bir sapma olarak mı değerlendirileceği şeklinde özetlenebilecek bir sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunun ortaya çıkmasının en önemli nedeni olarak Aufklärungun kendi karşıtını (Sturm und Drang) yaratmakla kalmayıp, karşıtının kendisinden daha belirgin bir politik ve felsefi kavrayış olmasının önüne geçememesi gösterilebilir. Bir başka deyişle, Alman Aydınlanması kendi tarihini karşıtıyla birlikte yazmak zorunda kalmıştı.“ (Çiğdem, 1993, s. 79)
Aydınlanmanın farklı coğrafyalardaki açılımlarını kısaca böyle özetleyebiliriz. Sıra Adorno’ya geldiğinde ise Aydınlanmanın hangi yanlarına değindiğini, eleştirdiğini bu özet bilgilerden sonra ele alabiliriz. Eleştirel Teori ve doğduğu Frankfurt Okulu’nu incelediğimizde Endüstri Devriminden sonra gerçekleşen modernist yaklaşımları eleştiren ve salt pozitivist düşünceyle yoğrulmuş hükmedici düşünceleri eleştirmişlerdir. Frankfurt Okulu, değişen dünyada tek bir doğru üzerine lineer bir biçimde şekillenmiş ve bireyleri o ölçüde şekillendiren ve bilimin üretimine ket vuran yapıyı eleştirmişlerdir. “Frankfurt Okulu’nun bütün üyeleri, eleştirel teorinin bilgi olması ve ideolojik inanç ve tutumların yanlış olduğunu göstermesi gerektiği konusunda hemfikirdir. Yoksa eleştirel teorinin, onu benimseyenlerin toplumun meşrulaştırıcı aygıtları tarafından getirilen baskıya direnebilmelerini sağlama yeteneğine bağlı olan kendine has özgürleştirici etkisi olmazdı. Eleştirel teoriler ‘doğru’ olmalıdır, çünkü toplumun meşrulaştırıcı ideolojileri ‘doğru’ olma iddiasındadır. (Geuss, 2002, s. 141)
Adorno ve Horkheimer’ın yazdığı “Aydınlanmanın Diyalektiği” adlı eserde aydınlanmaya ve aydınlanma sonrası çıkmazlara dair birçok fikir bulunmaktadır. “Aydınlanma, gelişen düşünme'nin en geniş anlamında, başlangıçtan bu yana insanlardan korkuyu kaldırmak ve onları kendilerinin efendisi durumuna getirmek amacını gütmüştür. Ne var ki, tamamen aydınlatılmış yeryüzü bugün muzaffer bir felaketin belirtilerini taşıyor. Aydınlanmanın programı dünyayı gizlerinden kurtarmaktı. Mitleri parçalayacak, hamhayalleri bilgi vasıtasıyla alaşağı edecekti.” (Horkheimer & Adorno, 1995, s. 19) Adorno ve Horkheimer, bu cümlelerden sonra eserde uzun bir betimlemeler silsilesiyle esasında Bacon’dan günümüze aydınlanmanın ne olduğunu açıklamışlardır.
“Adorno, modern kültürün karşısında, başından beri varoluşçuluğun öznelciliğinden ve pozitivizmin kolay nesnelciliğinden uzak durmaya çalışmış, ama bu tavrı, modern dünyaya daha kötümser gözlerle bakmasına neden olmuştu. …Adorno’nun modernlik görüşünün muhtemelen en net açıklaması, totallik nosyonunun eskiden özgürleştirici bir felsefenin parçasını oluşturduğunu fakat bu nosyonun geçen yüzyılda totalleştirici bir toplumsal sisteme, gerçek ya da potansiyel bir totaliter rejime absorbe edildiğini söylediği bir aforizmalar derlemesi olan Minima Moralia’da (1951) bulunabilir. Bilgiyi aramamalı, paradoksu ve belirsizliği vurgulamalıyız; hakikat, en azından geçici olarak, bireyin deneyiminde yatıyor olabilir.” (Marshall, 2009, s. 3) Son cümle Adorno’yu ve Aydınlanmanın Diyalektiği’ni anlamak adına yeterlidir. Çünkü özellikle mikro-sosyoloji açısından bireyin geçici olarak eylemleri değerlidir. Çünkü sosyolojinin kurucularının(Comte, Weber, Durkheim, Marx) dile getirdiği makro kuramlardansa Adorno burada mikro kuramlara, bireylerin eylemliliğine dikkat çekmesi önemli bir husustur.
Daha önceki dönemlerde dinin bilimsel gelişmenin önünü kestiği gibi Aydınlanma sonrasında ise yine Aydınlanmanın karşı çıktığı durumlar bu kez yine bir tahakküm oluşturmuş ve bilimsel gelişmeyi engellemiştir. Adorno ise Aydınlanma’nın bu açıdan diyalektik bir biçimde incelemesini yapmıştır.
Adorno ve Horkheimer’ın bunu özetlediği durum ise aşağıdaki gibidir:
“Mitlerin Aydınlanmayı gerçekleştirmeleri gibi Aydınlanma da attığı her adımla iyiden iyiye mitolojiye karışmaktadır. Aydınlanma, yok etmek üzere tüm öğelerini mitlerden almakta ve hüküm verici olarak mitin çekiciliğine kapılmaktadır. Yazgı ve misilleme sürecinden, kendisi bu sürece misillemede bulunarak, uzak durmaya çalışmaktadır. Mitlerde tüm olaylar, gerçekleştikleri için, bunun karşılığını ödemek zorundadırlar. Aydınlanmada da durum aynıdır: Olgu daha gerçekleşir gerçekleşmez geçersiz duruma gelir. Eylemle tepkinin eşitliği öğretisi, insanlar yinelenmeye başvurarak geride kalmış varoluşla özdeşleşme ve böylece onun etkisinden kurtulma yanılsamasını bir yana bıraktıktan sonra bile, yinelenmenin varoluş üzerindeki etkisini uzun süre savunmuştur. Ancak bu büyülü yanılsama unutulup gittikçe insanlar yinelenme tarafından yasallık adı altında bir döngü içine sokulmakta ve bu döngünün doğa yasasında nesnelleştirilmesiyle birlikte özgür birer özne olarak güven altında bulundukları sanısına kapılmaktadırlar. Mitsel imgeleme karşılık Aydınlanma tarafından savunulan ilke, her geçmiş olayı yinelenme diye açıklamanın, içkinliğin ilkesi mitin kendi ilkesidir. Anlamsız; oyunun taşları işlevini tamamladığı için güneşin altında yeni bir şeye izin vermeyen, büyük düşüncelerin çoktan beri tasarlandığını, olası buluşların önceden planlanabileceğini, insanların ortama uyarak kendilerini korumalarının kararlaştırıldığını öne süren can sıkıcı bilgelik, kendisini reddeden gerçek dışı bir yaptırımı, önceden var olanları misilleme aracılığıyla hiç durmadan eski durumuna getiren yazgının yaptırımını yeniden üretmektedir.” (Horkheimer & Adorno, 1995, s. 27,28)
“Aydınlanmanın Diyalektiği” eserinde de geçtiği üzere kendisini fark ettirmeden yineleyen bir süreçten söz etmek mümkündür. Başta Aydınlanma’nın oluşumunu sağlayan faktörler daha sonra mitolojik ögelere dönüşmekte ve düşüncenin, bilimin üretimine set kurmaktadır.
Kaynakça
Çiğdem, A. (1993). Aydınlanma Felsefesi. İstanbul: Ağaç Yayıncılık.
Baehr, J. S. (-, - -). IEP. Aralık 1, 2015 tarihinde Internet Encylopedia of Philosopy and its Authors: www.iep.utm.edu/apriori/ adresinden alındı
Editors, B. (tarih yok). Biography. (A&E Television Networks) Aralık 1, 2015 tarihinde The Biography.com website: http://www.biography.com/people/francis-bacon-9194632 adresinden alındı
Geuss, R. (2002). Eleştirel Teori Habermas ve Franfurt Okulu. (F. Keskin, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Horkheimer, M., & Adorno, T. (1995). Aydınlanmanın Diyalektiği Felsefi Fragmanlar I. (O. Özügül, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Marshall, G. (2009). Sosyoloji Sözlüğü. (D. Kömürcü, & O. Akınhay, Çev.) Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
NNDB Tracking the Entire World. (2004). NNDB: http://www.nndb.com/people/267/000049120/ adresinden alındı
Swingewood, A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi (3 b.). (O. Akınhay, Çev.) İstanbul: Agora Kitaplığı.
Yorumlar
Yorum Gönder