SOFADAKİ PARMAK İZLERİ
Tutku DAй
“Ben
evim ısınmaz demiyorum ki Handan abla, zor ısınır diyorum. Attılar kor ateşi
karnıma. Karnım hep kanar benim, orası benim tam olarak kimliğim.”
Üzeri pul
pul çamaşır suyu lekesi olmuş kazağımın üzerine, geçen kış annemin çeyizime ördüğü kazağı geçirdim. Kırmızı olanı giyemedim. Ayıplanmak, hele ki cenaze
günü ayıplanmak, hiç olmayacak bir şeydi. İçeriye sinmiş naftalin kokusuyla, ocağa
yeni konmuş, dünden kalan bayat çay kokusuyla uyanıverdi herkes; birer birer. Çocuklar
babalarının öldüğünü bilirlerdi de
küçük oğlanın yüzü, tabut gelip kapının eşiğinde durunca bir başka oldu. Helvaya koymak
için kavanozlara ayırdığım cevizlerle,
çocukların sofrasında tasın dibinde kalıp mutfağa geri dönen fındık içlerini ezmeye başladım
su bardağının arkasıyla. Koydum kuyruk yağını, döndürdüm bir güzel unu tahta kaşığı vura vura. Handan abla geldi, koydu tabaklara
bir tur. Odaya gidip sessiz sessiz mi ağlasam yoksa çocukların yanında sel mi döksem bilemedim. Ben,
geceleri sessizlikte sigara içip sabaha kadar iç çekerek yaşanmış acıları
bilmem. Ben yasımı tam güneş tepedeyken insanların içinde, bardağa çay doldururken gürültüde sessizce utanarak
tutarım. Küçük dayımın oğlu çağırmış herkesi, duyan da gelmiş duymayan da. Ev
dolup taşmaya başlayınca bir koşu odaya girdim, iki gram nefes almak için. Sandalye
almak için girdiğimde içeriye gözüme
Kinetix kutusu ilişti. Ahmet’in eline geçince, eğer keyfi de olursa üç beş kuruş atardı içine.
Bana en son attığı şamarla, kuvvetle girdiğim dolapta önüme düşen bozuk
paraları toplayarak geçindik tam bir ay. Hapishane köşesinde ölen adama mı
üzüleyim, dul kalan bana mı yoksa piçin oğlu dedikleri çocuklarıma mı bilemedim. Ben bu pazar değil, ben her
pazar kendimi öldürdüm. Aynı evin içinde, bir çift gözün beni sürekli
gözlediğini bilerek kendimi her pazar yeniden öldürdüm. Tüm bunlar geçerken
kafamdan, Handan abla girdi içeri. O benden daha evhamlı, o benden daha
telaşlıydı. Sıra sıra dizilmiş adamların beyaz çoraplarının topuklarının siyahlaşması
mı halı desenleri üzerinde duran sabahki ekmek kırıntıları mıydı beni utandıran, arada kaldım o an. Köşede ağlamak yakışırmış
edepli hanımlara. Su dökmeyi bırak, son bir kez görmeme bile izin vermediler.
Köşeye oturdum sessizce, inşallah dedim, inşallah misafir tabaklarını çıkarırlar
da arkamdan eskici demezler. Güldüm sonra kendi kendime bu telaşta bu mu
düşünülür diye. Deli dediler. Aradan tam bir saat sekiz dakika geçti. Deli ve
arsız dediler.
Handan
abla baktı bana ne kız o halin dercesine iki elini ovuşturup ısıtmaya
çalışarak. Sabri bir koşu kombiye baktı arıza var sanıp, bilmiyorlardı bu evin
havasının; eşyalarının, insanlarının soğuk olduklarını.
Ben
evim ısınmaz demiyorum ki Handan abla, zor ısınır diyorum. Attılar kor ateşi
karnıma. Karnım hep kanar benim, orası benim tam olarak kimliğim. Başımın dönmesine ve gözümün önünün
kararmasına meydan okuyarak hızlıca kalktım yerimden. Mutfakta tam olarak
duyamadığım uğultular, bir kulağıma değip kendini yerdeki paspas kadar değer bulamayan dedikodular dönmeye başladı.
Elimi tezgâha koyup derin bir nefes aldım. Mermerin soğukluğu elime geçiyordu. Üşümek... üşümek en derin duygu. Yavaş yavaş
vücudun uyuşması, kalabalık içerisinde kendine bulduğun küçücük bir kıta parçasının tüm vücuda
sirayet etmesi ve kendi sonsuz bir muğlaklığının içerisinde
yansıttığım küçücük özne tahayyülüm, yirmi
metrekare alan içerisinde sığınacağım en güvenli yer idi. Tüm bu algısal
bellekten tam olarak baştan çıkarıcı bir samimiyetsizlik ordusunun yanına,
salona doğru yürümeye başladım. Arkada kalan ben
ve üç iki yetim ensemiz yağmura, ayaza açık mı kalacaktı. Sekiz yıldır elimin
tuttuğu nasıl, gözümün kurumuş pınarı, ne olursa olsun sakladığım utanç nasıl
olur da unutulurdu ki? Bir adam kadına vuruyor, kadın utanıyor. Bir adam çocuğa
vuruyor, çocuktan sen utanıyorsun. Bir adam ağaca, gökyüzüne, umuda vuruyor,
yaşamaktan sen utanıyorsun. Başka bir adam öbür adamı vuruyor. Erk olandan,
erkeklik mefhumundan en çok sen utanıyorsun. Kendi kendime, en azından savaş
yok, en azından erler eksilmiyor birer birer dedim. Benimki ölmemiş miydi sanki? Benim olan girmemiş miydi toprağın altına? Onun
kendi içinde yarattığı savaş almamış
mıydı canını?
Yok
dedim kendi kendime. Yok. Onu erkek değil, erkeklik öldürdü.
Taşına
öyle yazarlar mı acaba?
Yorumlar
Yorum Gönder