Moda ile Özgürleşmek
Ayakkabılar
Ece BATO
Günlük hayatımızda, tercihlerimizin sonucu oluşan görüntümüzün arkasındaki etkenler nereden gelmektedir? İnsanlar gerçekten kendilerini rahat hissettikleri kıyafetleri mi tercih ediyor ve bu tercihler onların tarzını mı oluşturuyor, yoksa bunun arkasında cinsiyetlerimize göre şekillenen toplumsal normlar mı var? Bir kadını, sürekli bol giyinmeyi tercih ettiğinde “bakımsız” olarak nitelendirmek veya bir erkeğin tercihi daha canlı renklerden yana olduğunda onun cinsel eğilimini sorgulamak, insanların yaşamlarını kısıtlamanın yanı sıra aynaya baktıklarında tercihlerini nasıl yapacaklarını yönetme aşamasına geliyor. Her bireyin özgürce kendi tarzını yansıtabilmesi için büyük kampanyalar yapılsa da bu eylemliliklerin kalıplaşmış normlara etkisi oldukça az. Örneğin, medya sayesinde göz önünde olan ünlüler, moda sektöründeki cinsiyetçiliğe karşı kendi tarzlarını özgürce kamuoyuna sunsa da buna tepki gösteren ve yanlış (!) olduğunu kabul eden de bir kitle mevcut. Ünlüler bunu rahatça yaparak kendilerince olumlu bir amaca hizmet etmeye çalışıyorlar. Bununla birlikte bu davranış toplumda sadece onların yapabileceği bir davranış olarak da algılanıyor. Bir kişi aynaya baktığında rahat olmadıktan veya insanların düşüncesine göre giyindikten sonra ondan nasıl kalıplaşmış düşünceler yerine hayatını kendine özgü bir şekilde ilerletmesi beklenebilir orası da meçhul. Bireyin kendi hayatı üzerindeki hakimliği ve özgürlüğü aynaya baktığı anda başlıyor. Kendi görüntüsü hakkında özgür olamayan ve bu konuda kapana kısıldığını hissetmiş bireyin bazı noktalarda hayatının ilerleyiş şeklinde kendine özgü bir tarz yerine uymak zorunda olduğu dayatılmış sözde kuralların peşinden gidiyor. Öte yandan, bu kurallardan ve toplumsal baskılardan ziyade, moda sektörünü yöneten insanlar da bu konuda büyük rol oynuyor. Geniş kitlelere yayılmaya yeni başlayan sneaker kültürü de bu cinsiyetçiliğe bir örnek. Bu kültürün içinde olan bireyler, aslında ayakkabı koleksiyoncuları ve ayakkabıları hayatlarının olmazsa olmaz parçaları yapan insanlar… Yani bu kültürün içinde bulunmak için herhangi bir cinsiyet ayrımı söz konusu değil fakat bu kültürün barındırmadığı cinsiyet ayrımı, markaların kadın ve erkekler için ürettiği ayakkabı numaraları konusunda işleri değiştiriyor. Nike veya Adidas gibi herkesin hâkim olduğu markalar, piyasada değerli ve sneaker kültürünün içinde bulunan insanların çoğunlukla tercih ettiği ayakkabıların numaralarında genellikle erkeklere yönelik numaralar daha çok üretiliyor. Bazen kadın numarası üretilmiyor bile. Bu durum aslında kendi hayatında kendini rahat hissetmek veya hoşuna giden bir eşyaya ulaşmak açısından kadınları cinsiyet eşitsizliği ile karşılaştırıyor. Bu eşitsizliğin çok basit bir yönü olsa da tarzını yansıtmak isteyen ve bunu bir hayat tarzı yapma yolunda ilerlemek isteyen kadınlar için çok büyük bir konu. Spor giyim daha çok “erkek” alanı olarak görüldüğü için kadınlar bu alanda daha görünmez bir yerde kalıyorlar. Onlardan beklenen tarzlar genelde daha farklı, daha toplumsal normlara uyan ve bir kadından beklenen(!) giyim tarzı oluyor. Bu sürreal beklenti markaların bir ürünü üretirken piyasaya sunduğu ayakkabı numaralarından, rengine veya tarzına kadar etkisini gözler önüne seriyor. Burada sorgulanan olay, bireyin cinsiyetine göre ulaşabileceği ürünleri tercih edebilmesinde karşılaştığı eşitsizlikler sonucunda, tarzını kendinin mi yoksa toplumsal normlardan etkilenen markaların mı yönettiği. Arzuladığı ürüne cinsiyeti nedeniyle ulaşamadıktan sonra bir birey nasıl kendini rahat hissedebilir veya tarzını nasıl kendine göre oluşturabilir, orası hala bilinmiyor. Tarz seçiminde özgür olabilmekse aşağıdan yukarı olabilecek bir değişim, toplumsal normların yeniden üretimi bireyler arasında etkili biçimde başlarsa, markaların buna göre şekilleneceği aşikâr.
Çok iyi bir bakış açısı gerçekten, kaleminize sağlık
YanıtlaSil