İstanbul Kimin?
Eylül Nurcan GEÇER
Binlerce yıllık tarihi olan bir şehrin birine
ya da bir gruba ait olduğunu söylemek pek mümkün değil fakat günümüz
İstanbul’un sahibi çok. Büyük şirketlerin sahipleri, küçük mahallenin abileri,
İstanbul’da doğup büyümüş biri ya da İstanbul’un valisi “İstanbul benim!”
diyebiliyor. Sahi, kimindi İstanbul? En çok emek sarf edenin mi yahut en çok
zaman geçirenin mi ya da bir başkasının?.. Asırlardır onlarca toplumun beraber
yaşadığı bu şehir, ikiliklerin şehri. İkilikler derken savaş ve barıştan
bahsetmiyoruz tabii, bu şehir hiçbir zaman “sulh” içinde olmadı, kaynayan bir
kazandı hep. Sokaklarında kavganın geçmediği bir günü de olmadı ve bu şehrin
sokakları hiç uyumadı. Sağ ve solun, Müslümanlar ve diğerlerinin, kadın ile erkeğin,
homofobik ve LGBTI+’ın, işçi ile patronun ve diğer birçok ikiliğin şehri oldu
İstanbul. Hep bu ikiliklerden doğan kavgalar ilerletti, geliştirdi,
güzelleştirdi İstanbul’u. Şehrin renklerini oluşturdu bu kavgalar. Şimdi
uzaktan bakıverin İstanbul’a, darmadağın haliyle Kadıköy’de sarhoş olmuş bir
gence benziyor. Belli ki ayakta duracak hali kalmamış şehrin, bir yudum daha içki
alsa kusacak içindeki tüm zehri. Şimdi, birçok İstanbullu gibi ben de son
yudumu almasını bekliyorum İstanbul’un; kussa da içi temizlense diye… Belki o
zaman son bulur kavgaları, sakinleşir, kendini bulur. İstanbul kendine
geldiğinde belki de hiç sevmeyeceğiz o halini belki de hepimizi gönderecek
kendinden uzağa. İhtimaller üzerinden konuşmak anlamsız, bu sebeple günümüze; İstanbul’umuza geri dönelim. İstanbul’u bugün İstanbul yapan şey, kuruluşundan
itibaren en başta sınıfların, ardından sınıflı sistemlerin kendi iç
dinamiklerindeki çatışmalardan ortaya çıkan devinimdir. Bu devinimle beraber
İstanbul’daki Genovalılar Galata Kulesi’ni, Sedefkar Mehmed Ağa Sultanahmet
Camii’yi yaptı. Bu iki yapıtın yapılış amacı farklı olsa da temelinde hep bu
devinim yattı. Çamlıca Camii de aynı durumda tabii ki. Güç sembolü, koruyucu,
estetik veya konaklama amaçla yapılan yapılar, dolaylı da olsa, daima bir şeylerin
göstergesi oldu. Sokaklarına hava girmeyen mahaller de Maslak’ın bilmem kaç
katlı rezidansları da bu yapılara dahil elbette. Istanbul… İkiliklerin şehri
demiştik değil mi? Bence en büyük ikiliğin en açık göstergesidir İstanbul!
Dönüp baktığımızda bu koca şehre, nasıl da barizdir sınıfsal ayrım; görmek
isteyene!
İstanbul’u anlatmaya çalışmak gerçekten zor bir iş, elimi nereye atsam bin bir çeşit şey ile karşı karşıya kalıyorum. Doğduğum yerden başlamak istesem, göçlerden bahsetmeden Zeytinburnu’nu anlatamam ki! Her çeşit etkene açık olan bir kavram “şehir”. Bir çocuğun ayarı kaçırıp kırdığı esnaf camı da bir etkendir şehirde. Sokaklarda cam kırıkları kalır, o cam kırıkları şehrin başka tarafına gider yoldan geçen arabalara tutunarak… Şimdi kim diyebilir ki Bağcılar’ın tozu Taksim’de yoktur diye? Yani demek istiyorum ki, bir şehri parçalara bölüp anlamamız pek mümkün değil. Bu, Christopher Nolan’ı “Tenet” filmiyle eleştirmek gibi olur. Oysaki orada “Memento”, ”Prestige”, “Inception” vb. gibi filmler var! Haksız mıyım? Bilmiyorum, tartışabiliriz… Konuyu toplayacak olursam, bu yazı bir dizinin başlangıcı arkadaşlar. Buradan sahaya ineceğimi ve indikçe gördüklerimi buraya aktaracağım Bu metin, çalışacağımız şehre, çalışmamıza dair duyuru metnidir. Eleştirileriniz, önerileriniz ve benimle çalışmak için mail adresimden ulaşabilirsiniz!
Ve unutmayalım ki, İstanbul’un efendisi kedilerdir! 😊
Yorumlar
Yorum Gönder